K
E
S
K
TARIM ORKAM - SEN İ Z M İ R ŞUBESİ
Ana Sayfa Genel Merkez Şube Yönetim Duyurular Belgeler Arşiv Araştırma Platform

 

KESK'İN KURULUŞU


İş kolunda sağlanan birleşmelerle 400 bin üyeli 28 sendikanın üst örgütü olarak 5 Aralık 1995'te KESK tüzel kişilik kazandı. KESK gerek kitleselliği ile gerekse mücadeledeki kararlılığı ile ülkemizdeki en dinamik sendikal güçtür.
KESK, kamu emekçilerinin 6 yıllık mücadele birikimi ve geleneği üzerinden kuruldu. Bu bakımdan KESK'in tarihi 3 yıllık bir süre île sınırlandırılamaz. KESK'in tarihi 9 yıllık demokrasi, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinin tarihidir.
Kamu emekçileri 9 yıl süresince bir çok baskı ve engelleme girişimlerine karşı kitlesel bir direniş hareketi yarattılar. KESK bu mücadelenin bugünkü kurumsal adıdır.
Bütün dünyada, sendikal hareketin güç kaybettiği bir dönemde, ülkemiz kamu emekçilerinin örgütlenerek ayağa kalkışı, aslında yeni liberal ekonomi politikalara karşı da bir başkaldırıdır. Bu başkaldırı sermayenin bütün dünyada sendikal harekete yönelik saldırılarına da bir yanıttır. Kamu emekçilerinin örgütlenmesi, bütün örgütsüzleştirme girişimlerine karşı bir çıkıştır.
Bu ayağa kalkışın kolay olmadığı açıktır. Bugüne kadar 100 bini aşkın kamu emekçisi adli veya idari cezalara uğramış, binlerce kamu emekçisi ilk defa coplarla karşılaşmıştır. Ancak bu baskı ve engellemeler kamu emekçilerini yıldırmamış, mücadele kitleselleşerek sürmüştür.
12 Eylül'ün yarattığı baskı politikalarına ve örgütsüzleştirme çabalarına karşın, binlerce kamu emekçisinin sınıf mücadelesinde çok kısa bir zaman dilimi olan bu sürede, sendikalarda örgütlenmesi küçümsenemez bir olgudur. Tarih kamu emekçilerinin bu mücadelesine hak ettiği yeri verecektir.
Kamu emekçileri dokuz yıldır sürdürdüğü mücadele ile toplumsal muhalefetin en önemli dinamiği oldu. Yürütülen bu mücadele Grevli-Toplu sözleşmeli sendika hakkı mücadelesinin yanı sıra, demokrasi mücadelesi, özgürlük mücadelesi, ekmek mücadelesidir. Bu mücadele ekonomik olduğu kadar, siyasal bir mücadeledir ve devletin bütün alanlarda demokratikleştirilmesini hedeflemektedir.
Kamu emekçileri, sendikalarını kurduğu 1990 yılından bugüne onlarca onurlu ve haklı eylemler gerçekleştirdi. Bir çok kez hizmet üretiminden gelen gücünü kullanarak iş bıraktı, Ankara'ya yürüdü, mitingler, vizite eylemleri, kitlesel basın açıklamaları yaptı. Gerektiğinde Kızılayı geceli gündüzlü işgal etti. 4 Mart Kızılay direnişi ile ve sonrası kitlesel eylemleriyle şanlı mücadele tarihine yeni sayfalar ekledi.
8 Aralık 1995 tarihinde yapılan kitlesel başvuru ile tüzel kişilik kazanan KESK, 16-18 Ağustos 1996 tarihlerinde yaptığı l. Olağan Genel Kurulu ile de kurumsallaşma yönünde önemli bir adım attı.
KESK'in Genel Kuruldan sonra gelen en yetkili organı Genel Yönetim Kurulu'dur(GYK). GYK, Genel Başkanlar ve Genel Kuruldan seçilen üyelerden oluşur. Karar süreçlerinin demokratik ve katılımcı bir tarzda işlemesi amacıyla GYK 91 kişiden oluşturulmuştur. Genel Kurul ve Genel Yönetim Kurulu'nda alınan kararlar ise 11 kişiden oluşan Merkez Yürütme Kurulu tarafından uygulanır.
KESK 57 milyon üyeli Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ve 124 milyon üyeli Dünya Hür İşçi Sendikalar Konfederasyonu (ICFTU) üyesidir.
"KAMU GÖREVLİLERİ SENDİKALARI
KANUNU TASARISI" ÜZERİNE GENEL DEĞERLENDİRME

Hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarısı, TBMM tarafından onaylanarak Anayasanın 90. maddesi gereğince yürürlüğe konulan başta ILO sözleşmeleri olmak üzere uluslararası insan hakları belgelerinin güvence altına aldığı temel hakları yok saymaktadır, imzalanan uluslararası sözleşmeler gereği iç hukukta yapılacak düzenlemede yer alması gereken başta toplu sözleşme ve grev hakkımız olmak üzere, temel sendikal haklarımız tasarıda yer almamaktadır. Tasarı bu haliyle yasalaştığında sendika ve konfederasyonlar bugün fiilen kullandıkları hakları kullanamaz duruma gelecekler ve sendikalar mesleki dayanışma örgütlerine dönüşecektir.
Kanun tasarısının ülkemiz çalışma yaşamında demokratikleşme adımı olarak değerlendirilebilmesi için temel evrensel hak ve özgürlükleri içermesi gerekir. Sendikal haklar toplu sözleşme ve grev hakkı da dahil olmak üzere bir bütündür. Oysa kanun tasarısı, bu temel haklarımızı içermediği gibi, sendikal faaliyetleri verimlilik araştırmaları yapmaya, mesleki kurslar düzenlemeye ve spor alanları yapmakla sınırlıyor.
Diğer yandan bu tasarı kanunlaşıp yürürlüğe girdiğinde;
o 420.000'i aşkın kamu çalışanı sendika üyesi olamayacak,
o İki sendikamız kapatılacak.
o Metropol illerdeki büyük işyerleri dışında çalışan yüzbinlerce kamu emekçisinin işyeri temsilcisi seçme hakkı elinden alınacak,
o Üyelik ödentisinin kesilmesi zorlaşacak,
o Sendikalarımızın çalışan sayısı 1000'den az olan bölgelerde şube açmaları engellenecektir.
Yukarıdaki kısa başlıklardan da anlaşılabileceği gibi tasarı tümüyle yasaklar tasarısıdır. Tasarı büyük bir ciddiyetsizlikle hazırlanmıştır. Plan Bütçe Komisyonunda yapılan değişikliklerde maddeler arasındaki
bağlantılara bile dikkat edilmemiştir. Maddeler arasında çelişkiler sözkonusudur. Örneğin, Kanun Tasarısı'nın 9.maddesinde Şube Genel Kurulları'nın 500 üyeyle yapılabileceği belirtilirken, 19.madde de şube açmak için en az 1000 üye olma zorunluluğu getirilmiştir.
Hükümet bu tasarıyı hazırlarken sorunun doğrudan tarafı olan ve bugün 500.000 üyeyi aşkın konfederasyonumuzun görüşlerini dikkate almamıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 30 Eylül 1997 tarihinde konfederasyonumuzun görüşü istenen kanun taslağı ile bugünkü tasarı arasında oldukça önemli farklılıklar vardır.
Tasarının genel gerekçesinde, sendikalarımızın uluslararası hukuktan doğan kaynaklarını oluşturan sözleşme ve andlaşmalara atıfta bulunularak "Kamu görevlileri dahil tüm çalışanlara sendikalaşma hakkını tanımayı esasen üstlenmiş durumdadır," denilmesine karşın, bu sözleşmelerle güvence altına alınan temel haklarımız yapılan düzenlemede yer almamıştır. Çünkü sendikal haklar örgütlenme, toplusözleşme yapma ve grev hakkını kullanmayı içerir.
Aynı şekilde tasarının madde gerekçelerinde, çok sayıda maddenin yazım gerekçesi olarak ILO sözleşmelerine atıfta bulunulmuş, fakat bunun hemen ardından "ancak" denilerek olumsuz ve atıfta bulunulan sözleşme maddelerine aykırı düzenlemelere yer verilmiştir. Bu bakımdan tasarı uluslararası sözleşmelere aykırıdır.
Konfederasyonumuzun talebi olan grev ve toplusözleşme hakkı TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe giren ve Anayasa'nın 90.maddesi gereği iç hukukta kendiliğinden uygulanabilir hale gelen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı ile Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmelerden doğmaktadır.
Anayasa'nın 90.maddesi; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir, bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne başvurulamaz" demektedir.
Türkiye tarafından onaylanarak yürürlüğe konulan Uluslararası Andlaşma ve Sözleşmeler tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık bir şekilde örgütlenme, toplusözleşme ve grev yapma haklarımızı içermektedir.
Kanun tasarısının gerekçelerinde uluslararası sözleşmelerin temel alındığından bahsedilmekte ve bu sözleşmelerin ulusal mevzuata uyarlandığı belirtilmektedir. Oysa yapılması gereken ulusal mevzuatın uluslararası sözleşmelere uyarlanması olmalıdır. Çünkü ulusal mevzuatta
sendikal hakları kısıtlayan pek çok anti-demokratik madde bulunmaktadır.
Bizler kamu emekçisiyiz, devletse işverenimizdir. Yasa da çalışanlarla işverenler arasındaki hukuku düzenler. Bu tasarıyla yine statü hukuk temel alınmış, yıllardır savunageldiğimiz sözleşme hukuku konusunda bir adım atılmamıştır. Oysa ILO sözleşmeleri gereğince de temel alınan sözleşme hukukunun hayata geçirilmesi ve toplusözleşme ve grev hakkımızın yasayla güvence altına alınması gerekmektedir.
Oysa kanun tasarısı bu haklarımız yerine yalnızca toplugörüşmeyi düzenlemektedir. Tasarı ile düzenlenen toplugörüşme halen fiilen uygulanan bir işlemdir. Konfederasyonumuzun ve sendikalarımızın yöneticileri çeşitli sorunları nedeniyle Cumhurbaşkanı'ndan genel müdürlere kadar çeşitli düzeydeki işverenlerle çok sayıda görüşmeler yapmışlardır.
Ancak bu görüşmelerde sorunlar çözülememiştir. Bu gün yapılan düzenleme uygulanagelenin kurumsal hale getirilmesinden başka birşey değildir. Hiçbir bağlayıcı yanı olmayan toplugörüşme sorunlarımızın çözülmesine katkıda bulunmayacaktır.
Toplusözleşme ve grev hakkmıza ilişkin tartışmalar öncelikle bu hakkımızın Anayasa tarafından yasak olup, olmadığı çerçevesindedir. Bu sorun 54. hükümet döneminde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde sürdürülen ve içerisinde konfederasyonumuz temsilcilerininde yer aldığı komisyonlarda gündeme gelmiş ve konu ile ilgili olarak bilim insanlarının görüşlerinin istenmesine karar verilmişti. Bakanlık tarafından istenilen görüşlere yanıt veren bilim insanları bu konuda Anayasal bir yasak olmadığını açıkça belirtmişlerdir. Konfederasyonumuzun da elde ettiği bu görüşlerden ikisi ilişikte yer almaktadır.
Bugün toplusözleşme ve grev hakkımızın Anayasa'ya aykırı olduğunu söyleyenler, sendikalarımızı kurduğumuz 1990'lı yıllarda da sendika kurmanın yasak olduğunu söylemişti. Oysa aynı yıllarda kurulu onlarca sendika, bu sendikalarla ilgili mahkemelerin, Yargıtay ve Danıştay'ın yüze yakın olumlu kararı vardı. Şimdi yapılan da önceki yıllarda yapılandan farklı değildir. Yine mahkemelerin, Yargıtay'ın ve bilim insanlarının olumlu görüşleri vardır. Yapılması gereken siyasi irade beyan ederek bu haklarımızın yasal güvence altına alınmasından başka bir şey değildir. Üstelik halen sendikalarımız tarafından imzalanarak işletilen toplusözleşmeler de vardır. (Örneğin Tüm Bel Sen)
Kanun tasarısı, halen kullandığımız birçok hakkımızı elimizden almayı hedeflemektedir. Tasarı, kamu emekçilerini potansiyel suçlu görme yaklaşımı üzerine inşa edilmiştir. Sürekli olarak yasaklardan bahsedilmektedir.
işyeri temsilcisi seçimine ve üyelerden ödenti kesilmesine barajlar konulmaktadır. Kanunun düzenlediği haklardan 29 kişiden az çalışanın bulunduğu işyerlerindeki kamu emekçilerinin bu oldukça kısıtlı haklardan yararlanması bile engellenmekte, işyeri temsilcisi seçimi yasaklanmaktadır. Diğer yandan işyeri temsilcisi seçimi yalnızca bir sendika ile sınırlandırılmaktadır.
Ayrıca sendikaların şube açmaları için en az 1000 kişinin o şubeye üye olma zorunluluğu getirilmektedir. Böylece hiçbir ilçede ve büyük şehirler dışındaki illerde şube açılması fiilen engellenmektedir. Çünkü bilinmektedir ki, bir çok işkolunda küçük illerde zaten 1000 kişi bile çalışmamaktadır.
Diğer yandan toplu görüşme yapmak için sendika ve konfederasyonlar birlikte yetkili kılınmıştır. Ancak yetkili konfederasyona üye bir sendika yerine, başka konfederasyona üye sendika veya sendikalar daha fazla üyeye sahip olduğunda sorun nasıl çözülecektir. Daha az üyesi bulunan bir sendika, o işkolundaki çalışanları nasıl temsil edecektir. Görülmektedir ki, bu yasa sorunları çözmemekte tersine çözümsüzleşti rmekted i r.
Bu güne kadar 50'ye yakın kanun taslağı-tasarısı hazırlanmıştır. Bu tasarı çeşitli hükümetler döneminde hazırlanan ve bazıları TBMM'nin Plan ve Bütçe Komisyonuna kadar gelen tasarıların en yasakçı olanıdır. Bu tasarılar arasında Bakanlar Kurulunun imzasına açılan toplusözleşme ve grev hakkımızıda içeren "Kamu Görevlileri Sendikaları Toplu Sözleşme Ve Grev Kanunu Tasarısı Taslağı" bile vardır. Bu örnek hakların düzenlenmesinde ne kadar geriye gidildiğinin bir göstergesidir.
08.06.1965 tarihinde çıkarılmış bulunan 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile bu yasayı karşılaştırdığımızda 33 yıl sonunda sendikal hak ve özgürlükler ve demokrasi adına hiçbir ilerleme sağlanmadığı görülecektir.
33 yıl önce çıkan yasa, sendika üyesi olamayacakları daha dar tutmuşken, bugünkü yasa çok daha fazla sayıda kamu emekçisinin sendika üyeliğini yasaklamaktadır.
Bu kanun tasarısının ülkemiz çalışma yaşamının demokratikleşmesine hizmet etmeyeceği ortadadır. Konfederasyonumuz bu taslağın geri çekilerek temel haklarımızı içerecek şekilde bir yasal düzenlenme yapılmasını önermektedir.
Hükümet tarafından hazırlanan kanun tasarısına yalnızca konfederasyonumuz karşı değildir. Türk-lş, DİSK ve Hak-lş açık biçimde bu tasarıya karşı olduklarını belirtmişlerdir. Diğer yandan Türk Dişhekimleri Birliği, Türk Eczacıları Birliği, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Türk Tabipleri Birliği başta olmak üzere, çok sayıda demokratik kitle örgütü bu tasarının geri çekilmesi gerektiğini belirtmiştir.
Ayrıca bütün dünyadaki konfederasyonların üyesi bulunduğu ve konfederasyonumuzun da üyesi olduğu 124 milyon üyeli Dünya Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) Cumhurbaşkanına, Başbakan'a ve Meclis Başkanı'na yazılar göndererek bu tasarının geri çekilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Bunların yanında geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gelen ILO temsilcileri de bu kanun tasarısının ILO ilkelerine aykırı olduğunu ifade etmişlerdir.
Görülmektedir ki, bu tasarıya yalnızca konfederasyonumuz değil, sorunun tarafı olan bütün konfederasyonlar, demokratik kitle örgütleri ve uluslararası örgütlenmeler karşıdır.
Demokratik hak ve özgürlükleri savunmanın temel kriteri sendikal hakları savunmaktır. Sendikal haklarda yalnızca sınırlı bir örgütlenmeyi değil, toplusözleşme ve grev hakkını da içermektedir. Bu nedenle bugün demokrasiyi savunan herkesin bu temel hakları savunması da demokrat olmasının bir gereğidir.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 23 Eylül 1991 yılında şöyle demişti: "Bakın biz ne yapıyoruz. Devletimiz adına imza atıyoruz. Bu imzalar atıldığı yerde kalıyor, (...) Yasayı (sözleşmeyi) onaylamak kafi değil. Bunun mevcut olması da kafi değil. İşlemesi lazım. İşlemiyorsa dediğini yapmayan devlet saygın devlet değildir."
Bizde, şimdi siyasi iktidarı Türkiye adına altına imza atılan . sözleşmelere uygun düzenleme yapmaya çağırıyoruz.