Ekonomi
ve siyasette dışa bağımlı izlenen politikalar ile gemisini yüzdürmeye
çalışan ülkemizde, bu geminin su aldığını ve çok fazla açılamayacağının
ve geminin batacağının işaretleri izlenen mevcut politikalar ile göstermektedir.
Emekçilere
ve halka yönelik bir saldırı programı niteliğindeki bu politikaların
IMF ve AB kaynaklı olması, verilen taahhütler neticesi ve uyum
projeleri doğrultusunda “Kamusal alanın daraltılıp, kamu
hizmetlerinin tasfiyesi ve özelleştirilmesi ile” iyice açığa çıkan
ve Kamunun küçültülmesi doğrultusunda değişik kurumlardan 185 Bölge
Müdürlüğünün kapatılması ile somutlanan (şimdilik) bu program açıktır
ki; Kamu çalışanlarına zorunlu emeklilik, yeni atamalar-sürgünler
ve işsizlik olarak dayatılırken, bu hizmetlerden yararlanan halk
kesimlerine ise artık “paran kadar hizmet al” denmektedir. Tasarruf
gerekçesi ile uygulamaya konulan bu programın sonucunda da Bölge Müdürlüklerine
ait hizmet binalarının, lojmanlarının, sosyal tesis ve benzeri
tesisler ile taşıt ve demirbaşların satımı da hedeflenmektedir.
Kamu çalışanlarına çıkarılan bu acı reçete karşılığında
ise amaçlanan IMF’ye olan borçların daha rahat ödenebilmesine
zemin hazırlamaktır.
Son
çıkarılan ve adaletsiz ücret sistemini iyice pekiştiren “Eşit işe
eşit ücret” kararnamesi ile de, Kamu Emekçilerini iyice açlık ve
sefalete iten Yönetenler, Emek örgütleriyle pazarlık yapmama ve Çalışma
hayatını tek yanlı düzenleme tutumunu sürdürmenin de duruşunu
sergilemektedir.
Kısaca;
genel tablonun verileri ve sürekli gündeme gelen programların, Kamu
Emekçilerinin lehine işlemediği açıktır. 12 yıldan bu yana her türlü
baskı ve engellemeye karşın örgütlü mücadelenin araçları
olan Sendikalarını kuran ve geliştiren Kamu Emekçileri, kendileri açısından
olumsuz bu gelişmeleri ve programları etkisiz bırakmak ve kendilerine insanca yaşamanın koşullarını oluşturacak
ve geleceğin daha aydınlık olmasına zemin hazırlayacak olan bu günleri
iyi değerlendirmek ve programını yapmak sorumluluğuyla karşı karşıyadır.
4688
Sayılı Kamu Görevlileri Yasası ile, 12 yıldan bu yana sürdürdüğümüz
Sendikal Hak ve Özgürlükler Mücadelesinin yeni bir dönemi ve süreci
ifade ettiğini hepimiz söylüyoruz. Yeni bir dönem ve süreç olarak
belirlenen bu noktada; yapılanmamızı ve kendimizi ileriye dönük
tekrar programlamamız zorunlu hale gelmiştir. Sendikamızı; bu yeni döneme
ilişkin yapılandırma ve ileriye dönük olarak hazırlama sorumluluğunu
alanlar; doğaldır ki bu doğrultuda yapılması gerekenleri
belirlemeli ve ona uygun bir duruş sergilemelidir.
Sendikamızın
I. Olağan Genel Kurul Açış konuşmasında; “Tarım Orkam-Sen yasa
sürecinden sonra oluşturduğu yapıyı daha da geliştirmesi için 6
aylık bir zamanı gerektiği gibi kullanamamıştır. Gösterilen çaba
ve güçlerimizin azami ölçüde seferber edilmesine karşın bu çabanın
yeterli olmadığını söylemek durumundayım. Bu gün hizmet kolumuzda
(Tarım ve Orman) yaklaşık 30 bine yakın çalışanın halen Sendikasız
olması gerçekten de bu çabanın yeterli olamadığını ve çalışmaların
bütünlüklü yürütülmediğini göstermektedir. Bunun nedenleri
sorgulandığımızda ise öncelikli olarak;
1-
Özellikle Tarım ve Köyişleri Bakanlığındaki yapılanma ve
bunun getirdiği olumsuzluklar ile ortaya çıkan baskı ve sürgünlerin
etkisi.
2-
Orman Bakanlığında ise sistemli bir baskı ve uygulamanın
olmamasına karşın kimi bölgelerde ve yerel birimlerde bu baskıların
gündeme gelmesi.
3-
Meslek ayrımcılığı konusu,
4-
Sendikal yapıyı ve bu doğrultudaki çalışma anlayışımızı,
sorumluluk alan tüm kademesindeki arkadaşlarımızla ortak bir duruş
haline getirmedeki noksanlığımızı belirleyici olmuştur.
Sendikal
mücadelede önümüzde hiçbir zaman rahat bir ortam bulamadık. Zaten
her türlü Hak almanın bir mücadele sürecinden geçtiğini hele hele
12 yıldan bu yana yoktan var edilen bir Kamu Emekçileri hareketinin hiçbir
engelle karşılaşmadan Yasa sürecinden sonra devam edeceğini de hiç
kimse düşünemezdi. Yönetenlerin ve Bakanlıklardaki mevcut durumun
bu anlamıyla (özellikle Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının)
dikensiz gül bahçesi olmasını zaten beklemiyorduk. Diğer yandan örgütlenme
çalışmalarında çok öne çıkmayan ve çalışmalarımızı az da
olsa etkileyen fakat Sendikamızın geleceğine yönelik bir olumsuz
nokta olmaması açısından meslek ayrımcılığının yok edilmesi
konusunda tüm üyelerimize ve Genel Kurula büyük sorumluluk düşmektedir.
Emek Mücadelesi içinde ve işkolumuzda geçmiş dönemlerde kimi
birimlerde hakim kılınmak istenen teknik-tali memur ve benzeri ayrımlara
nasıl karşı çıkıldıysa, bugünde Tarım ve Orman emekçisi ayrımına
karşı uyanık olmak ve lafını edildiği yerde mahkum etmek
durumundayız” diyerek, konunun önemine dikkat çekmiştir.
2-3
Mar 2002’deki bu ilk Genel Kurulumuzda yaşanan olumlu ve dinamik
havanın; aynı ölçüde meslek ayrımcılığını giderme, bu anlamda
Genel Kurula katılan delegelerimizi kaynaştırma ve süreci birlikte
örme tavrında eksiklikler taşıması da ayrı bir gerçekliğimizdi.
Genel Kurulda oluşan bu tablonun söz konusu ayrımın devam
ettirilmesi gibi bir sonuç çıkarması herkesin üzerine düşeni bu
noktada yapmaması ve bu ayrımdan ne kadar beslenebilirim gibi kaba bir
anlayışın etkili olmasını geçici de olsa sağlaması istenilen bir
durum değildi. Ancak; sonuç ne olursa olsun temsiliyetler açısından
bakıldığında meslek ayrımcılığının bu anlamda önüne set çekememe
ve istemeyerek de olsa Genel Kurul Sonuçlarının bu şekilde oluşmasında
sorumluluk alan bizlerin öncelikle bir özeleştiri yapmasının
yerinde olduğunu sanıyorum....
Değerli
dostlarım, önümüzdeki dönemde bütün bu yaklaşımların ve değerlendirmelerin
ışığında görevlerimiz ve hedeflerimiz de ortaya çıkmaktadır.
-
Halen sendikasız durumda
olan ve bütün Kamu Çalışanlarına ulaşıp üye yapmayı, örgütlemeyi
önüne koyan bir yapılanma ve anlayışın temel alınması,
-
Ortak paydası Kamu Çalışanı
olun bu alandaki çalışmada; tüzüğümüzde ifade edilen dil, din,
ırk, cinsiyet, siyasal farklılık, mesleksel ayrım gibi noktaların gözetilmeden
kitleselliğin sağlanması,
-
31 Mayıs 2002 tarihiyle esas
alınacak olan ve iş kolarında yetkili Konfederasyonun belirleneceği
bu sürenin, söz konusu tarih itibariyle bitmeyeceği, Kamu emekçilerinin
Haklılık temelinde buraya kadar getirdiği “fiili ve meşru mücadele
hattının” bundan sonra da sürdürüleceği ve yetki almanın her şey
demek olmadığının anlatılması
-
iğneyle kuyu kazmaya
benzeyen ve Sendikal alanın temel çalışması olan ÖRGÜTLENMEYİ
hedeflemeyen ve örgütlenme derdi olmayan bir anlayışın terk
edilmesi,
-
Siyaset yapılması, Sendikal
alanımızın gerçekliği üzerinden ve sendikal kimliklerimizle yapılması
ve bunun da açık bir ifadeyle Kamu Emekçilerinin Siyasetinin yapılmasında
somutlanması gerçeğinin kavranması hepimizin ortak görevi olmalıdır.
Bu
ortak görevlerimizi iyi yapalım ki;
-
Bu süreçte haklarımız
Grevli-Toplu Sözleşmeli Sendika ve özgürlüklerimiz için mücadele
eden Kamu Emekçileri kazansın
-
İçinde çalıştığınız
sektörün olumsuz ve dışa bağımlı politikalarla küçültülmesi,
yok edilmesinin önüne, geçmek için mücedele edenler kazansın,
-
Demokrasinin olmadığı
yerde Sendikal hakların tam olarak kullanılamayacağının ve insan
haklarının olmadığının gerçeği kavrayanlarla birlikte verilen
Demokrasi Mücadelesi kazansın,
-
IMF ve AB’nin saldırı
programlarına karşı ülke bağımsızlığını savunan, mücadele
eden ve Ne Amerika, ne Avrupa Birliği Demokratik Bağımsız Türkiye
diyenler kazansın.
-
Bu ülkede emeği ile geçinen
ve üreten işçi, çiftçi, küçük esnaf ile birlikte ülke
gelirinden en az payı alan kamu emekçilerinin ortak mücedele
temelinden oluşturduğu / oluşturacağı birlikteliklerin sermayeye ve
yönetenlere karşı verdiği emek mücadelesi kazansın,
Evet
Değerli Arkadaşlarım, Kazanmak Zorundayız.
-
Tabanın söz ve karar sahibi
olması
-
Sınıf ve kitle sendikacılığı
-
Siyasal Partilerden, Hükümetlerden,
İdareden Bağımsız olabilme ilkelerinin korunması ve sürdürülmesi
doğrultusundaki Temel ilkelerimizi gözeterek kazanacağız. Çünkü;
Haklıyız ve Biliyoruz ki;
Haklılık
er geç kazandıracaktır.
Mücadele
edenler hep kazanmazlar ama
Kazananlar
hep mücadele edenlerdir.
Unutmayalım
ki; bu günlerde bizleri, yarınlarda da çocuklarımızı yaşanabilir
bir ülkede yetiştirmek istiyorsak KAZANMAK ZORUNDAYIZ.
Dostça
Kalın.
Sezai KAYA
(Genel
Başkan)
|